Sayın Adnan Oktar'ın 26 Ocak 2010 tarihli röportajından Araf Suresi ile ilgili açıklamalar.
Sayın Adnan Oktar'ın 14 Mayıs 2010 tarihli röportajından Araf Suresi ile ilgili açıklamalar.
Sayın Adnan Oktar'ın 17 Aralık 2010 tarihli röportajından Araf Suresi ile ilgili açıklamalar.
ADNAN OKTAR: Şeytan’dan Allah’a sığınırım, Araf Suresi, 105; “Benim üzerimdeki yükümlülük, Allah'a karşı ancak gerçeği söylemektir.” Müslüman dürüst olacak, gerçeği söyleyecek, samimi olacak. “Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim. Artık İsrailoğulları'nı benimle gönder.” Bak, “Rabbinizden size apaçık bir belge ile geldim.” Ne? Tevrat, Tevrat-ı Şerif. “Artık İsrailoğulları'nı benimle gönder.” Firavun’dan istediği Musa (a.s)’ın sadece bu; “İsrailoğulları’nı benimle gönder” diyor. “Benim devlette, senin hükümetinde bir işim yok” diyor. “Benim bir talebim yok sizden” diyor. “Sadece bu mazlum insanları, bu mazlum Müslümanları bırak, biz buradan gidelim” diyor. Firavun delileniyor, kendi kendine vesvese yapıyor. Daha önce de söylemiştim, vesvese yapmasının sebebi, Tevrat’ta çok kapsamlı olarak Mehdi (a.s)’ın dünyaya hakim olacağını açıklaması. Onu okuduğu için Firavun, bir Mehdilik iddiası olacak ve dünya hakimi olmak için onun devletine de saldıracaklar ve oralara hakim olacaklar zannediyor. Halbuki zaten o vahiyle oradan gitmek istiyor, orada durmak istemiyor. O memleketten çıkacak zaten. Firavun’un istediği o değil mi zaten? Müslümanlardan ayrı olmak istiyor, zaten “gideceğiz biz” diyor. Ona müsaade etmiyor adam. “(Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru söylüyorsan, bu durumda onu getir (bakalım)."” Yani, “bir belge, delil getirmişsen, doğru söylüyorsan, bu durumda onu getir bakalım.” “Böylelikle (Musa) asasını fırlatınca, anında apaçık bir ejderha oldu. (Bir de) Elini sıyırdı, o da anında bakanlara bembeyaz (göründü)” diyor. Böyle sağ elini kalbinin üzerine doğru koyuyor Hz. Musa (a.s), çıkarttığında bembeyaz eli görünüyor. “Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: "Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür."” Bakın bilim adamıdır, onu öncelikle vurguluyor, “bilim adamı” diyor, “bilgin.” Ama “büyücüdür” diyorlar. Çünkü şu an dünyada materyalist-Darwinist düşünceyi anlatırken bilimle değil de bilimle büyü karıştırılarak elde ediliyor. Büyü nedir, biliyor musunuz? Bol tekrar ve ikna ve telkin kabiliyetinin gelişmesiyle elde ediliyor büyü. Bediüzzaman zaten bu büyüyü açıklıyor, “deccalin büyü özelliği vardır” diyor. Onu da şöyle açıklıyor; “ikna ve telkin kabiliyeti geliştikçe, tevessül ettikçe bu taun da tevessül eder, gelişir” diyor. Yani tek açıklaması bu, bu şekilde. İkna ve telkin kabiliyeti. Mesela radyolarda sürekli aynı şeyi söylemek, televizyonlarda sürekli aynı şeyi söylemek, ona ait deliller sunmak. Mesela diyorlar ki, bir hafta geçiyor, “bir yeni ara halka bulundu” diyorlar, fosillerle ilgili. Adam tam onu kafasında toparlarken, bir tane daha diyorlar, “şimdi bir tane daha ara fosil bulundu.” İşte, “bir proteinin tesadüfen oluşacağına dair bir bilimsel delil bulundu.” Hepsi yalan ama büyü etkisi yapıyor. Onlar bir, iki, üç, on derken en cahil insan bile bir de bakıyor ki Darwinist olmuş. Haberi bile yok. İnanıyor Darwinizme. Mesela Nikaragua’ya gidiyorsun, yahut işte Kongo’ya gidiyorsun, adam zenci, Kongolu; “nasıl yaratıldı insanlar?” diyorsun, “evrimle yaratıldı” diyor. Dünyanın neresine giderseniz gidin, bakın sorun. “Bilgin ne?” diyorsun, ya Kongo radyosunda bir konuşma duymuştur, ya Kongo’da gazetelerde, dergilerde falan birkaç yazı okumuştur, konu bitiyor. O ikna kabiliyetine, telkin kabiliyetine, “bu taun” diyor Bediüzzaman, “böyle gelişir” diyor. Ona karşı da sürekli karşı açıklama yapılması gerekiyor. “Bu gerçekten bilgin bir büyücüdür.” “Uzman bir büyücüdür” diyorlar. “Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?” diyor. Halbuki bak, topraklardan zaten kendisi gitmek istiyor. Ne diyor burada? “Artık İsrailoğulları'nı benimle gönder.” Yani Firavun’a, “sen kavmini al, topla git” demiyor ki. “Ben gideceğim” diyor ve açıkça da söylüyor. Ama onlar ne diyor? “Sizi topraklarınızdan sürüp-çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz?” Yani “bütün Mısır’a hakim olmak istiyor” diyor, bütün bölgeye. Sebebi; o zaman Firavun’un istihbaratı, o zamanın devlet istihbaratı tabii ki Tevrat’ı inceliyorlar, Tevrat hakkında bilgileri var. Tevrat’ta çok kapsamlı olarak dünya hakimiyetinden bahsediliyor, Mehdi (a.s) döneminde. Fakat o avanak, o zaman, kendi döneminde olacağını zannedip, Allahualem panik oluyor.
ALTUĞ BERKER: Zebur’da da var.
ADNAN OKTAR: Zebur’da da var çünkü. Zebur’da da var. Onu kendi ülkesine yönelik olacak zannediyor, dünyaya yönelik olacağını zannediyor. “Dediler ki: "Onu ve kardeşini şimdilik beklet (vereceğin cezayı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla."” “Beklet” demek, gözaltına almaktır. Çünkü “ben gideceğim” diyemiyor. “Sen otur, bekle” diyorlar. O gözaltına alma, tutuklanmış yani. “Şehirlere de toplayıcılar yolla.” Bir şehre değil bak, birçok şehre. Firavun demek ki çok önemli görmüş konuyu. Büyük bir çalkantı meydana getirmiş. Hz. Musa (a.s)’ın fikirleri, anlattığı inanç ve iman esasları, yaratılış düşüncesi, onun evrim düşüncesini parçalaması devleti derinden sarsmış. Çünkü o kadar çok şehir var ki Mısır’da. Bak, şehirlerin hepsine toplayıcılar gönderiyor. Onların hepsine özel araba çıkıyor, adam çıkıyor. Kilometrelerce, belki elli kilometre, yüz kilometre yol alıyorlar. O şehirlerden bütün bilginler, büyücüler bir araya getiriyor. Şimdi yapılıyor ya, konferanslar yapılıyor, sempozyumlar yapılıyor, öyle bir şey yapmaya hazırlanıyorlar. “Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler.” Çünkü bir kısmı değil, ne kadar bilgin varsa, büyücü demiyor bakın; “bilgin,” bilim adamı. O devirde bilim adamı olan fakat büyücü olan. İnsanları ikna ve telkinle düşünceye aktaran; bilimi, büyünün bir aracı olarak kullanan kişi. “Sihirbazlar Firavun'a gelip dediler ki: "Eğer biz galip olursak, herhalde bize bir karşılık (armağan) var, değil mi?"” dediler. Allah rızası olmadığı için küfürde, mutlaka çıkar vardır. Biri bir çıkar yapacağı vakit, ya para karşılığı, ya rüşvet, böyle bir şeydir yani. Firavun diyor ki; “evet” diyor, “(O zaman) Siz en yakın(larım) kılınanlardan olacaksınız.” Demek ki Firavun bayağı panik olmuş. Yaptığı eylem paniği gösteriyor, bütün şehirlere adamlar göndermesi. “En yakın(larım) kılınanlardan” ne demek? “Saraya alacağım sizi” diyor, Firavun’un sarayına ve “sizi yanımda tutacağım” diyor. Dev bir olaydan, devletin yıkılmasından tedirgin. “Dediler ki: "Ey Musa (ilk olarak) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?" Dediler ki: "Ey Musa (ilkin) sen mi atmak istersin, yoksa biz mi atalım?" (Musa:) "Siz atın" dedi.” Bakın, bu ne demektir? Önce deccaliyetin ortaya çıkması gerekir, önce süfyaniyetin ortaya çıkması gerekir, önce küfrün atak yapması gerekir, önce gece olması gerekir. “Attıklarında, insanların gözlerini büyülediler,” yani insanlara öyle gibi görünüyor, “onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular.” Benim gördüğüm kitle hipnozu meydana getirmişler. Çünkü bak, onları dehşete düşürecek, esaslı bir gösteri yapılmış. Çok sarsıcı bir olay olmuş ve büyük bir sihir getirmiş oldular. Yani bütün o ipler falan hepsi oynamaya başlamış orada. Allahualem, benim anladığım; halkı, oradaki insanları hipnoza sokmuşlar. Ayakta, kitle hipnozu olmuş. “Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik.” Yani o anda, Allah ona, içine vahyediyor; “asanı fırlat” diye. “(O da elindeki asayı atınca) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını toparlayıp yutuyor.” Normalde hipnozun kalkmaması gerekiyor. Yani hipnozun devam etmesi gerekir. Oradaki o ipler, o odunların durması gerekiyor ve onların inancına göre hipnozun da devam etmesi gerekiyor. Bakın hipnoz için kullanılan odunlar, tahtalar, hepsini yutuyor yılan. Bu çok olağanüstü bir olay. “Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Yani bütün yaptıkları geçersiz oluyor. Ama bir kişi, iki kişi değil. “Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler.” Biz de programa çıktık Habertürk’te, Darwinistleri yerle bir ettik. Ne oldular? Orada yenilmiş oldular. “Ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler” diyor. Onlar da küçük düştüler, tersyüz çevrildiler. Ve hatta yanımıza da gelemediler, biliyorsunuz. Başka bir odada falan tuttular onları. “Ve sihirbazlar secdeye kapandılar” diyor Cenab-ı Allah. İman ediyorlar. “"Alemlerin Rabbine iman ettik" dediler. “Musa'nın ve Harun'un Rabbine.” Yani, “hak kitapta açıklanan şekilde Allah’a iman ettik.” Bak, Firavun diyor ki; “Ben size izin vermeden önce O'na iman ettiniz, öyle mi?” “Resmi ideoloji izin vermeden, devlet size izin vermeden, devletin inancının dışında, devletin din anlayışının dışında nasıl bir inanç geliştirebilirsiniz” diyorlar. Yani “resmi ideoloji esastır” diyorlar. “Mutlaka bu, halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır.” Küfürde müthiş bir şüphecilik vardır, halka bir türlü güvenmezler. Yani küfre dayalı devletlerde halk hep aşağılık görülür ve hep devleti yıkacak potansiyel tehlike; ayaklanacak, pislik yapacak, rezalet çıkaracak, kan dökecek, müesses nizamı yıkacak bir sistem olarak görürler. Hep böyle, tarihte hep böyle olmuştur. Halk hep küçümsenmiştir, idareciler de hep tepeden bakmışlardır küfür sistemlerde. Halk hep potansiyel suçlu olarak görülmüştür her zaman. Onun için hep tepelerinden silahlı güç eksik olmamıştır. Orada da diyorlar; “Mutlaka bu, halkı buradan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır.” Şüpheci devlet yapısı. “Bir tuzak kurdunuz, hazırlık yaptınız” diyor. Ortada bir şey yok. Küfür devlet paranoyaktır, sürekli şüphe eder. Mesela bir araya toplansalar, “devleti mi yıkacaksınız?” Bir şey yapıyorsunuz, “sistemi mi ortadan kaldırmaya kalktınız?” “Resmi ideolojinin inancına niye inanmıyorsunuz? Buna inanacaksınız” der ve tek bir inanç olur. Halk da mecburen, bir kısmı koyun gibi o sistemin içine giriyor ve kabul ederler. Başka, serbest, hür iradesiyle bir inanç geliştiremez. Tek bir inanç olur. “Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz. Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim.” Yani dehşet, şiddet ve terör bu tarz devletlerin özelliğidir. Klasik faşist devlet, görülüyor. Yani faşist yönetim. Kan dökmek, kanla korkutmak ve idamla korkutmak. Böyle fikre açık değil. Eğer samimiysen anlat fikrini. Hür olması lazım. Bak, demokrasi yok, fikir özgürlüğü yok, insan hakları yok, inanç özgürlüğü de yok. Hepsi rafa kalkmış. Onlar da diyorlar ki; “"Biz de şüphesiz Rabbimiz'e döneceğiz" dediler.” Müthiş bir iman gelişmiş. Yani normalde böyle korkuda, böyle bir tehditte kolay kolay kimse bunu söyleyemez. Çok nadir insan söyleyebilir. “Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimiz'in ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun.” “Sadece Allah’ın ayetlerine inandığımızdan dolayı bizden intikam alıyorsun” diyorlar. Bak, Tevrat’a da tabi olmuşlar o dönemde. Kitaba tabi olmuşlar. Diyorlar ki; “Rabbimiz'in ayetlerine,” ayet de değil, bak; “ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür.” Ölüme de hazırlar. Bak, tam Müslüman üslubu. “Firavun kavminin önde gelenleri, dediler ki: "Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır'da) bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?"” Onlar da onu tahrik ediyorlar, etrafındakiler. Böyle devletin içinde, derin devlet yapılanması var, burada gördüğümüz kadarıyla. Onlar da psikopat ve paranoid olduğu için, Firavun’un da paranoif ve şizofren olduğunu bildiği için, böyle deli devlet anlayışını körükleyen bir üslupları var. Bak, diyorlar ki; “Firavun kavminin önde gelenleri,” yani derin devlet mensupları, “dediler ki: "Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır'da) bozgunculuk çıkarmaları,” ne bozgunculuğu çıkaracaklar? Zaten gitmek istiyorlar. Bozgunculuk olur mu? Bozgunculuk, içeride kalsa, içeride hakim olmak istese tamam. Ama öyle bir durum yok ki. “Bırak, gidelim” diyorlar, başka bir şey istemiyorlar. “Seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?” Demek ki asıl dertleri, bak; vatandaşını bırakmıyor da psikopat devlet. Adamlar canını kurtarmak istiyor, “yok” diyor, “ben sizi bırakmam.” Yurtdışına çıkış yasağı getirmiş. Halka yurtdışına çıkış yasağı getirmiş. “Gitmeyeceksiniz” diyor. “Seni ve ilahlarını,” yani senin inancını, senin ideolojini, resmi devlet ideolojisini, “terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?” “Eğer bırakırsan” diyor adamlar, “kendi inançlarına göre bunlar Müslüman olur, rahat yaşarlar” diyorlar. “Bırakma” diyor, “ez, üstlerine çık, hapset; azgınca ve küstahça zulmet ve kendi inancını onlara zorla dayat faşistçe ve kabul ettir” diyorlar. “Ama bırakma” diyor. Yani onların özgür, dışarıda yasamasını istemiyor. Eziyet etmek istiyor, “dursunlar” diyor. “(Firavun) Dedi ki: "Erkek çocuklarını öldüreceğiz,” bak daha da psikopatlık. Faşist devletin, komünist düşüncenin acımasızlığı. Burada hem faşist sistem var, hem komünist sistem var. İkisi de var. “Dedi ki: "Erkek çocuklarını öldüreceğiz."” Yani müthiş bir terör estirecekleri anlaşılıyor. “Ve kadınlarını sağ bırakacağız.” Kadınların işlerine yarayacağını düşünüyorlar, erkek çocuklarını yok etmek istiyorlar. “Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahibiz.” Yani “kahredici bir üstünlüğe sahibiz” diyorlar. Askeri gücüne güveniyor, faşist gücüne. Bir avuç Müslüman, mazlum insan, sana ne desinler ki? Musa (a.s) diyor ki; “Musa kavmine: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah'ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar."” Ebcedi yine Mehdiyet’in devrini veriyor, inşaAllah. Bak, “Gerçek şu ki, arz Allah'ındır;” Dünya Allah’ındır, “ona kullarından dilediğini mirasçı kılar.” Burada Mehdiyet’e işaret var. Çünkü Tevrat’ta açık açık Mehdi (a.s)’den bahsediyor. Uzun, uzun bahsediliyor. Ama buradaki mübareklerin öyle bir talepleri yok. Yani arza hakim olma şeyleri yok. “Biz sadece gitmek istiyoruz” diyorlar orada. Onların teklifleri bu. “En güzel sonuç muttakiler içindir" dedi. Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık."” Yani Hz. Musa (a.s) bir Mehdi, gelmeden önce deccaliyet var, tabii ki eziyete uğrarsın. Ama geldiğinde Mehdiyet ile deccaliyet tabii ki bir çatışmaya girecektir, tabii ki eziyete uğrayacaksın. Ama sonunda kurtuluşa ulaşacaksın. “(Musa:) "Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak,” yani bütün dünyaya hakim olacaksınız. “Böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek" dedi.” Tabii o devir için demiyor Hz. Musa (a.s)’ya bu sözü. Mehdi (a.s) devrindeki hakimiyet, Moşiah devrinde olacaktır bu.
Tevrat’taki dünya hakimiyeti Moşiah devrinde olacağı belirtiliyor. Tevrat’ta Hz. Musa (a.s)’a vaat edilen o kutsal topraklardır. Kudüs’ü de içine alan, Güneydoğu Anadolu’ya kadar da gelen, biraz Suudi Arabistan’a doğru giden geniş bir alan. Bunu Cenab-ı Allah, Ben-i İsrail’e vaat etmiştir bu toprağı, bütün bu bölgeyi Ben-i İsrail’e vaat etmiştir. Bu asrın Ben-i İsrail’i Mehdiyet’tir. Yani Moşiah, Mehdi (a.s)’dır; Kral Mesih, Mehdi (a.s)’dır; Shiloh, Mehdi (a.s)’dır. Dolayısıyla o bölgeye hakim olacak da yine Ben-i İsrail, yani Mehdi (a.s) ve talebeleridir. Ben-i İsrail, yani Mehdi (a.s) ve talebeleri hakim olduğunda, bütün Müslümanlar rahat edecek, Museviler rahat edecek, bütün Hıristiyanlar rahat edecektir. Uçsuz bucaksız bir özgürlük, uçsuz bucaksız bir rahatlık, uçsuz bucaksız bereket, bolluk, güzellik; sanat ve bilimde böyle akıl almaz bir büyüme, insanların tahmin tahayyül edemeyeceği bir büyüme olacaktır. Bu Tevrat’ta Allah’ın vaadidir, Zebur’da Allah’ın vaadidir, Kuran’da da Allah’ın vaadidir ve hadislerde de Peygamberimiz (s.a.v)’ın vaadidir.