Sayın Adnan Oktar'ın 10 Mayıs 2010 tarihli röportajından En'am Suresi ile ilgili açıklamalar.
Sayın Adnan Oktar'ın 25 Kasım 2010 tarihli röportajından En'am Suresi ile ilgili açıklamalar.
ADNAN OKTAR: Enam Suresi. Şeytandan Allah’a sığınırım, 74. ayet. Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: "Sen putları ilahlar mı ediniyorsun?” o zaman Azer, babası Darwinist ve materyalist. O zamanın sapkın dinini savunuyor. “Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum. Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için”, bak, kesin bilgiyle. Yani net, doyurucu, delillere dayalı, aklının kabul ettiği, kalbinin tasdik ettiği ilmel yakin bilgiye sahip olması için, “ göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk”, iman hakikatlerini. Göklerin iman hakikatlerine, ne ile bakıyoruz? Biz şimdi teleskopla bakıyoruz, değil mi? Uzaydaki, gökyüzündeki matematik denge ve mükemmellik bizim Allah’a olan imanımızı arttırıyor. “Ve yerin melekûtunu gösteriyorduk”, fosilleri inceliyoruz, değil mi? Biyo-genetik, efendim kimyadaki gelişmeler, fizikteki gelişmeler, atomun yapısı ve bütün bilimde olan, imani her türlü konu bizim imanımızı artırıyor. Cenab-ı Allah; “göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk” diyor. Yani iman hakikatlerinin önemine dikkat çekiyor. Hz. İbrahim (a.s.) döneminde de Hz. İbrahim (a.s.) ne yapmış? İman hakikatlerinin üstünde durmuş. Allah’ın sanatını incelemiş, Allah’ın delillerini bakmış. Allah’ın sanatını incelemek, delillerini kitap haline getirmek, CD’lerle televizyonlarda yayınlamak da Ahir zamanda Müslümanların görevidir, değil mi? Dolayısıyla Mehdiyetin de görevidir. “Gece, üstünü örtüp bürüyünce bir yıldız görmüş ve demişti ki: ‘Bu benim Rabbimdir’. Fakat (yıldız) kaybolunca: ‘Ben kaybolup-gidenleri sevmem’”, yani o inançla alay etmiş oluyor, Hz. İbrahim (a.s.). Çünkü yıldıza tapanlar var. Kaybolup gidiyor. Adam ona; “ilah” diyor, değil mi? Biz de ne yapıyoruz? Delil kullanıyoruz. O devirde de Hz. İbrahim (a.s.) delil kullanıyor. “Bak kayboluyor. Kaybolduğu için o ilah olamaz” diyor. “Ardından Ay'ı, (etrafa aydınlık saçarak) doğar görünce: ‘Bu benim Rabbim’ demiş, fakat o da kaybolunca: ‘Andolsun’ demişti. ‘Eğer Rabbim beni doğru yola erdirmezse gerçekten sapmışlar topluluğundan olurum’’, yani “onun da ilah olmayacağını gördüm” diyor. “Sonra Güneş’i (etrafa ışıklar saçarak) doğar görünce: ‘İşte bu benim Rabbim, bu en büyük’ demişti. Ama o da kaybolunca, kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, doğrusu ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım’”, yani “bunların hepsi uydurmadır” diyor, Hz. İbrahim (a.s.). “Bunların hiçbiri ilah olamaz” diyor. “Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak”, yani tevhit inancında olarak tek Allah’a inanan kişi olarak. “Yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim (her yeri yaratan Allah’a çevirdim) ve ben müşriklerden değilim". Şirke cevap veriyor. Yani bütün uydurma ve hurafelerin geçersizliğini söylüyor. Ama o devirdeki insanlar tabii cahiller onların anlayacağı dilden cevap veriyor, Hz. İbrahim (a.s.). “Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: ‘O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı girişiyorsunuz?’”, yani “Allah’ın varlığına birliğine inanıyorum ben. Sizin şirk inancınıza putperest inancınıza inanmıyorum” diyor. “Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benim hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır”, yani bütün ilim Allah’a aittir. Dünyada ki bütün bilim dallarını yaratan Allah’tır ve her türlü ilim Allah’a aittir. “Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" diyor. "Hem siz, O’nun haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmazken”, yani her türlü hurafe değil mi? Şu anki yobazların yaptığı nedir? Hurafe. Veyahut “bana vahiy indi” diyor, adam değil mi? Bak ne diyor Cenab-ı Allah; O’nun haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmazken”, “Allah’a ortak koşuyorsunuz, şirk koşuyorsunuz” diyor. Allah böyle bir şey demediği halde hurafe çıkarıyorsunuz, Allah böyle bir şey demediği halde bana vahiy geldi diyor, değil mi? Bunlara işaret ediyor. “ Ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım?” “Niye çekineyim, şirk olarak inandıklarınızdan, niye çekineyim?” diyor. “Şu halde 'güvenlik içinde olmak bakımından' iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz. İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar”, iman etiğinde, Kuran’a iman ettiğinde; Kuran’ın yeterliliğine inanması lazım. Kuran’a hurafe eklediğinde bana vahiy geliyor diye, gidip sapıklara, manyak adamlara uyarsa bir insan. İmanlarını zulümle karıştırırlar, değil mi “imanlarını zulümle karıştırmayanlar” diyor, Cenab-ı Allah. “İşte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir”, güvenlik her türlü güvenlik, “rahat içinde olurlar” diyor, Allah. “Ve onlar hidayete ermişlerdir”. Hidayet neymiş? Kuran’a tam uymak, Allah’ın kitabına tam uymak, ilave getirmemek, hurafe getirmemek. “Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir”, bak “biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz”. Allah derecelerle yükseltir. Kimini Peygamber yapar, kimini Mehdi (a.s.) yapar, değil mi? Kimini veli yapar. Ebcedi 2003 tarihini veriyor. Bak; “Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz”. 2003.
ALTUĞ BERKER: Hz. İsa (a.s.) ile ilgili de zikrediyordunuz bu yılı, inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Evet MaşaAllah. “İsmail'i, Elyasa'yı, Yunus'u ve Lut'u da (hidayete eriştirdik). Onların hepsini alemlere üstün kıldık. Babalarından, soylarından ve kardeşlerinden, kimini (bunlara kattık); onları da seçtik ve dosdoğru yola yöneltip-ilettik”. Peygamberimiz (s.a.v.) hangi soydandı? Hz. İbrahim (a.s.) soyundandı İbrani soyu. Mehdi (a.s.) hangi soydandı? Peygamberimiz (s.a.v.) soyu İbrani soyundandır. Beni-i İsrail görünümlü olmasının nedeni de odur. İbrani soyundan geldiğindendir. “Bu, Allah'ın hidayetidir” diyor, Cenab-ı Allah. “Kullarından dilediğini bununla hidayete erdirir”, bak “bu Allah’ın hidayetidir”. Asrımıza göre, zamanımıza göre bakar tefsir eder açıklarsak. “Bu Allah’ın Mehdi (a.s.)’sidir. Kullarından dilediğini onunla (Mehdi (a.s.) ile hidayete erdirir”. Bakın “ bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini bununla hidayete erdirir”. Asrımıza göre yorumladığımızda bu Allah’ın Mehdi (a.s.)’sidir. Kullarından dilediğini bununla (Mehdi (a.s.)) ile hidayete erdirir (vesile olur Mehdi (a.s.))”. Ebceti 2024 veriyor. İslam’ın dünya hakimiyetinin tarihini veriyor. “İşte Allah'ın hidayet verdikleri bunlardır; öyleyse sen de onların bu hidayetlerine uy. De ki: ‘Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur'an), alemlere bir öğüt ve hatırlatmadan başkası değildir’", Allah sadece Kuran’a dikkat çekiyor başka hiçbir şeye değil, İnşaAllah. Enam Suresi devam ediyor 91. ayet. “Onlar: ‘Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir’ demekle. Allah'ın kadrinin hakkını vererek takdir edemediler”, bakın “Allah’ın kadrini hakkını vererek takdir edemediler”, yani “Allah’ın büyüklüğünü anlayamadılar” diyor. İnsanlar da en büyük sorun budur. Allah’ın büyüklüğünü kavrayamıyorlar. Mesela Samanyolu Galaksisi içinde düşünüyor. Veyahut bu evren içerisinde düşünüyor dar alanda, dar gücü var zannediyor, Allah’ın haşa. Cenab-ı Allah ne diyor; “Allah'ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: ‘Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi?’” , yani “Tevrat’ı kim indirdi?” diyor, Cenab-ı Allah. Bak Tevrat’ı da övüyor "Hz. Musa (a.s.)'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği”, Tevrat neymiş? Nur ve hidayet insanların hidayetine vesile olan bir kitap. “Ve sizin de (parça parça) kağıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi?”, bak “bir kısmını açıkladınız”, bir kısmının doğru olduğunu söylüyor, Allah. Tevrat’ın bir kısmı doğrudur. Tahrif olmamıştır. “Çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi?”, çoğunu da görmezlikten geliyor veyahut gizlemiş. Kapatmış. Demek ki; Tevrat’ın tamamı yanlış değil. Doğru olan kısımları da var yanlış olan kısımları da var. Doğru olan kısmını Kuran’dan anlıyoruz, Kuran’a uygun olup olmamasından anlıyoruz. “Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir. De ki: ‘Allah.’ Sonra onları bırak, içine 'daldıkları saçma uğraşılarında' oyalanıp-dursunlar”. Burada bir cümle eksikliği var gibi gözüküyor baskıda onu düzeltsinler. Enam Suresi 91’de, Ali Bulaç Hocamla bir görüşün. Enam Suresi 99; “O, gökten su indirendir. Bununla her şeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz”. Taneler hakikaten çok şaşırtıcıdır. Bitki tohumları apayrı bir alemdir. Acayip güzel görünümdeler. Mesela börülceyi açarsın sıralanmış, küçük küçük paketler halinde düzgündür. Mesela fasulyeyi aç hepsi çok düzgün tertemiz, gıcır gıcır, pırıl pırıl intizamlı ve paketlenmiş ve kapatılmıştır. Barbunya da olsun bezelyede hepsinde efendi bir düzgünlük, kibar, temiz bir düzgünlük çok açık görülür. Pırıl pırıl ve çok kaliteli bir güzelliğe sahiptir.”Bir yeşillik çıkardık. Ondan birbiri üzerinde taneler türetiyoruz”, aynı şekilde mısırda da var, buğdayda da var. “Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz)”. Hurma ağacı mesela bir hevengin de; 10 kilo 15 kilo hurma oluyor. Bal gibi tatlı böyle. İnsanın artık ağzı uyuşuyor tatlılığın şiddetinden, değil mi? Fazla da yiyemiyor insan acayip tatlı. Bak birbirine benzeyen ve benzemeyen üzümlerden. Hakikaten alıyoruz bak siyah üzüm var, pembe üzüm var, yeşili var, sarısı var, değil mi? Ve bal gibi de tatlı, acayip lezzetliler. Dalına bakıyoruz, kupkuru takır takır kuru böyle. Yere çamurun içine girmiş bir tahta kablo. Odundan bir kablo var. O odundan kablonun ucuna bir bakıyoruz bal gibi bir buçuk kiloluk, bir kiloluk, yarım kiloluk üzüm salkımları. Nefis kokulu, bal gibi tatlı yemesi hoş değil mi? Mesela İzmir üzümü var, çok acayip güzel. “Birbirine benzeyen ve benzemeyen üzümlerden, zeytinlerden ve nardan bahçeler kılıyoruz. Meyvesine ürün verdiğinde olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin” diyor Allah. Bakın bütün meyvelere bakın. Bu Allah’ın emri. Bilinmiyor bu işte. Bak Allah; “meyvelere bakın” diyor. Bu emir, Muhkem ayettir. “Meyvelere bakın tefekkür edin” diyor, Allah. Nara bakın, elmaya bakın, üzüme bakın, bütün meyvelere bakın, kiraza bakın orada ki onların tadına, kalitesine, kokusuna bakın, kıvamına bakın, görünüşündeki renk zenginliğine bakın ve toprağa birer tahta saplanmış. Hepsi tahtanın ucundan sarkıyor aşağı. Çamurlu toprak çamurlu bir toprağa tahta saplanmış. Tahtanın ucundan üzümler, muzlar, kirazlar. Efendim portakallar, mandalinalar, kavunlar, karpuzlar yerden fışkırıyor. Hal gibi böyle, sanki İstanbul hali gibi. Bedava toprak Cenab-ı Allah habire topraktan meyve fışkırtıyor. Geceli gündüzlü yesin kulları diye. Birbirinden güzel. Bunu kara toprak bilmez, odun hiç bilmez. Peki bakıyoruz kimsenin yapamayacağı tahayyül dahi edilemeyeceği, yapılmasına tahammül bile edilemeyeceği mükemmel meyveler. “Bunlara bakın” diyor, Allah. “Ve şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır”, “eğer iman etmek istiyorsanız, imanı kavramak için bunda ayetler vardır” diyor, Allah. “Deliller vardır bakın” diyor. Cübbeli ne diyor? “Aman fazla düşünmeye gerek yok. Koca karı imanı yapacaksınız” diyor. Oda ne demekse. Yani çok ağır bir söz hanımlar için koca-karı. Yaşlı bayan olur yaşlı hanım olur, değil mi? Yani “fazla düşünmeyin. Kafanızın sigortası atar” diyor. “Allah’ ta düşünün” diyor. Düşünmezse işte böyle adamlar Cübbeli gibi adamlar oluyor. Düşünmeyen adamları da, Fatih Altaylı gibi düşünmeyen adamlar bağırına basıyorlar. Ve düşünmeyen adamlardan oluşan bir ekip oluşuyor. Az düşünen veyahut. “Gökleri ve yeri bir örnek model edinmeksizin yaratandır”. Mesela insan çok mükemmel yaratılmış. Adamlar ne diyor; “çamurlar bir gün, çamurlu su atomlar kendi aralarında demişler ki; ya şöyle mükemmel (böyle mankenlere falan şöyle güzel insanlar var bir düşünün). Böyle bir modelde bir insan yapalım bunun gözleri olsun görsün, burnu olsun koklasın, kulakları olsun duysun, ağzı olsun tatsın, beyni olsun düşünsün, şarkı söylesin, şehirler yapsın, planlar yapsın”. Nasıl yapacağız diyor atomlar? Ya niye yapmayalım, tesadüfle yaparız” diyorlar. “Çamurlu sudan niye olmasın” diyorlar. Bak işte orda fosfor var, orda da magnesium var, oksijen var. “Ey azot buraya gel” diyor, oksijen, geliyor. “Ey işte falanca atom sende buraya gel” diyor. Bir araya geliyorlar geliyorlar geliyorlar önce bir aminoasit meydana getiriyorlar. “Ya bu aminoasitler bir işe yaramaz. Ne yapalım? Bunu bir protein haline getirelim. İnsan çünkü proteinden oluşuyor. İnsandan oluşması için bir proteine ihtiyaç var. Önce bir protein yapalım, tesadüfler sonucu” diyor. Aminoasitlerde bir araya geliyorlar ve proteinleri meydana getiriyorlar. Proteinlerde diyorlar ki; “ya burada böyle helak oluyoruz yazık bize. Kimimiz Kastamonu da, kimimiz Konya da”. “O proteinleri de çağırın” diyorlar. Hepsi geliyorlar. Bir kısmı diyor ki; “biz sağ elliyiz”. Bir kısmımızda “sol elliyiz” diyor. “Olmadı o zaman. Tek bizim dediğimiz gibi olacak" diyorlar. Sonra proteinler bir araya geliyorlar. “Ya biz toz olduk. Protein tozu olduk bir şeye yaramayız bi” diyorlar. “Olur mu canım yaparız bir şeyler. Bir hücre yapalım hemen” diyorlar. Hücre yapıyorlar. “Ya bir Hücreden bir şey olmaz buna bir ilave daha yapalım iki tane oluyor, dört oluyor, sekiz oluyor. Ya bunu yaptık bir genişletelim şöyle. Buna el ayakta takalım falan şöyle bir genişlesin falan”. Sonunda bir göz yapıyor iki tane. Bir de burun yapıyor, kulaklar yapıyor. Burun yapıyor ama koklamıyor. “Ne yapacağız buna?” diyor. “Buna ruh gerekiyor. Göz var, beyine elektriği götürüyor ama gören yok. Ne yapacağız?” diyor. “Beyine görüntüyü götürüyor, makinayı kurduk sistemi kurdukta gören yok” diyor. “Eyvah, en önemli kısım işte. Şimdi biz bunu yapamayacağız” diyor. “Ne yapalım? O zaman Ruh yapalım. Ruh meydana getirelim” diyor. Yani “gözü olmadan gören bir ruha ihtiyaç var” diyor, atomlar tesadüf sonucu. Gözü görmeyen atomlar, kör atomlar. Gözsüz gören bir ruh yapıyorlar ve beynin içindeki elektriği simsiyah beynin içindeki oluşan amperi çok düşük zayıf elektriği, pırıl pırıl şu an da gördüğünüz aydınlık şeklinde gören, üç boyutlu ve derinlikle gören, görüntüyü görecek bir gözsüz ruh yapıyorlar.Gözü olmayan gören bir ruh ve o ruhu da onun karşısına getiriyorlar tam ilgili yere o görmeye başlıyor. “Ya görmesi yetmedi. Ne yapacağız? Bu sessiz bir görüntü olmaz. Buna bir ses ilave edelim. Böyle üç boyutlu bir ses olsun. Derinlikli stereo en gelişmiş stereo sisteminden daha kaliteli olsun. Yani bu son teknolojiden elde edilemeyen bir ses elde edelim. Ama bu sesi elde edeceğiz ama bu sesi dinleyecek biri de yok. Ne yapacağız? Kulaksız bir ruh bunu dinlemesi gerekir. Onuda yaparız tesadüfen” diyorlar, atomlar. Kulaksızda bir ruh yapıyorlar. Oda onu dinliyor. “Ama bir de elinden ayağından hisler oluşturmak lazım. Bak beyine kadar götürdük. Beyin anlamıyor, şimdi beyine götürdük. Bunu duyacak bir ruh gerekiyor yani o dokunma hissi de gerekiyor” diyorlar. Atomlar tesadüfler sonucu bir de ruhun o yönünü yapıyorlar dokunma hissi de oluşturuyorlar. “Yaptık mı tat da yapalım” diyorlar. Tattı da yapıyorlar. “Koku olsun. Böyle gül koklasın, menekşe koklasın. Onuda yapalım” diyorlar. “Burunsuz mu koklayacak?” diyorlar. “Evet burunsuz ruh. Burunsuz olarak koklayacak. Bir ruh yapalım ki. Burunsuz o kokuyu beyinden giden o elektrik akımını koku olarak alsın” diyorlar ve tesadüfler sonucu Darwin dedelerinin dediği, decallin dediği dine uygun olarak insanın yaratılışını böylece açıklıyorlar. Dünyanın %99’unu, bu dünyanın en kepaze en mantıksız, en münasebetsiz dinine inandırıyorlar ve şu an dünyanın % 99’u bu dine inanıyor. Deccal’in dinine inanıyor.